31 Aralık 2018 Pazartesi

alOra'ya açık kalp mektubu

ne zamandır sana bir şey vermedim buraya bile girmiyordum blogu okuyacak biri kalmadı diye, belki okuyan vardır ama bir zaman boyu sen oku diye yazdım ve sen yaz diye okudum if it makes sense. çiçek bile koparıp veremedim sana artık, görmediğim için seni/defter falan tutmak hak getire. bir sayfasına çiçekli kostalar çizdiğin defter bitti, gösteremedim bile sana. kendimi gösterememem gibi. bu mektup bile el yazımla değil, ulaştıramam yerine diye.

**my biggest fear, it i let you go, you'll come and get me in my sleep**
kronik mutsuzluğuma rağmen ağlamadım bile uzun zamandır çünkü puşt şair mutsuzluğu değil bu, normal iş güç sıkıntısı, rutin mutsuzluğu, her zaman olan bazı durumlarda bastıran mutsuzluk, senle biz birbirimize -güle ağlaya- şairdik belki. şimdi başka ellere şairsindir. 
bu bahsettiğim mutsuzluk aşktan değil mesela/aşksızlıktan da değil. hissetmiyorum uzun zamandır bunları. malzeme olarak kullandığımı farkettim insanların bana sevgisini, aşkını perhaps? sanmıyorum bana aşk veren olduğunu daha önce, ben vermediğim için de haksızlıkmış gibi bahsetmeyeceğim bundan. aşkın acısına özlem duydum bazen, bunu yaşamak için de kendimi saçma şeylerin içinde işkenceye sürüklemek istemedim. yıpratıyor çünkü bilirsin. hem karşıya da yazık etmiş olunur. hem kendini kandırma sen hemen bırakırsın kendini hedo, arkası gelmeyeceğini bildiğin şeylere bile sonsuz nutuklar atıp inandırırsın kendini, hedo. 
neyse hedo değil seslenilen kişi kaç bakiim tekrar içime.

sen her şeyle bütünsen bunu okutup üzmek istemem boş yere, bütünsen buraya da girmezsin zaten. 2019 diye başladım değiştirmeye bir şeyleri *kendi içimde* özlediklerimi saklamamaya, koşup almaya başladım kafamda. sürekli girdaplaşan sıkıntımı terketmeyi, sıkıntılarıma limon sıkıp bir daha hiçbir bitkiyi soldurmamayı deneyeceğim artık bu başlangıçta. çünkü odamın güneş almadığını şikayet edip dururdum ve bitkilerimin ölmesini buna bağlardım ama geçen öğrendim ki durduk yere solan dev yapraklımı direkt güneşe koyduğum için can vermiş işte tam olarak koyan bu bana bir şeye düşünmeden inandığımda tam tersi ihtimal her şeyi tepe taklak ediyor. kendimin diktatörüyüm. fikirlerimi esir ediyorum ki bana sadık kalsınlar. yanılınca kendime kızdığım için işine geliyo bu içimdeki diktatörün. saçma. özgün bana faşist diyor haklıdır belki eleştiri kabul etmediğim için.

eh ne desem ki sana fayda etmez bu boşa geçen zaman, geçti artık. ellerimle geçirdim. "sensiz ne kadar eksik kaldığımı bil istiyorum sadece" yazmıştım hani şu sildiğim yazıya. heh bildin mi? bilemezsin. 
çok ateş basınca ya da sinirlenince, utanınca ve diğer bütün istenmeyen-aşırı-duygularda, yanaklarım kızarır ama böyle üç kat allık sürmek gibi, bilirsin? dikkat ettiysen. işte o kızarıklık olduğunda suratımda aynaya koşarım bakarım, beni bu hale düşüren şeye değmiş mi diye, hem çok severim o kızarıklığı, hem de anlamayacaklardan saklamaya çalışırım acımazsızdır çünkü onlar. böyle aşırı-istenmeyen-duygular yaşadığım zamanlarda kaç kere ağlattılar beni biliyor musun? hediye ağlıyor musun diye diye. ağlamıyordum oysaki, bunu dediklerinde ağladım bak ağlamıyordum oysaki kendi halimdeyken. işte şimdi bu acımazsızlığı kendime yapıyorum içimdeki diktatör yönetmeliğinde. çünkü ağlamadım bile bayadır puşt-duygusal-şair-mutsuzluğunda.

teşekkür ederim beni gördüğünde sarıldığın için bir şey demeden çünkü ben bunu asla yapamayacaktım. içim gide gide seni gördüğümde.
duygularımı sözle ne kadar anlatamadığım bilirsin bir o kadar da hareketle anlatamıyorum. sadece yazı, burda bile kolaya kaçıyorum. 
köşeye sıkıştığımda çabalayıp en sonunda bomboş bıraktığım sözlerim. sana onları verdiğim için özür dilerim. en klişe laflar en sevdiğim özür dilerim-teşekkür ederim-özür dilerim-teşeşşkürrü edreim-özüdr dileröm-teşelkür edrşibm-özrmf dilerim. 
çok söyleyince anlamını kaybetmiyor. bilerek böyle yazdım sevi seniyorum gibi************
karıncalanan ayağımı zorla yere basma manifestosu gibi, zorla gelip alıcam seni.

suratında üç küçük kalp var.
korktuğum her şeye dönüşüyorum eğer dur demeyeceksen. 
iyi bir insan olmadığımı farkediyorum çok yavaşça. 
baksana bi. sen hala anlar mısın beni?


1 Aralık 2018 Cumartesi

up to date my luyfe my luvfe

bir sürü sayko ve delik rüya var yazmadığım bazılarını ses kaydı bile almadım. uyku mahmuruyken yapmayı en çok sevdiğim şey budur. rüyalarım garipliğini, delikliğini koruyor ama sonradan hatırlamak istemiyorum sanırım artık. yorucu gelyior.

kafama tek taktığım konunun yurtdışı stajı olması ve her gün her gün ülke araştırmam, biraz kırıcı ve kendime söylemesem de pek bi filtresi yok. sadece burdan uzak farklı bir yerde olmak. zor bi hayat yaşamıyorum ya da "türkiyeden kurtulmak istiyorum abi ölüyoruz burda" diyenlerden değilim tam olarak, yani öyleyim biraz ama tam değil. sadece keşif keşif keşif azizem. keşfetmek istiyorum tunusu, ummanı, burkino fasoyu, iranı, meksikayı.
amerikalıya da gitmek istiyorum facetime yetmiyor yeşerttiğimiz sanal arkadaşlığı sürdürmek için, evet sanal ama realite olmasını istiyoruz------bilmiyorum zor, georgetown üni'ye başvurcam bakalım ocakta, dc'deki tıp okullarının 3'ünden biri, observership için de toefl ve usmle istemeyeni sanırım yani en azından istediğini bilmiyorum, istemiyor olma ihtimali var. koşulları da ocakta açıklayacaklar, mail attım ama dönmediler.

annem ben küçükken sobaya mandalina kabuğu koyduklarını ve kuruyup çok güzel koktuğunu anlatmıştı ben de soydum mandalinayı çok şekilli de soydum ha böyle kase gibi duruyodu iki parça, koydum kaloriferin üstüne saatler geçiyo geliyom gidiyom bakıyom kurumuş mu kokuyo mu... yok hareket yok. ertesi sabah uyandım baktım küflenmiş mandalina, küf kokuyo hala da kuru değil.

yes maim

last.fmden sevdiğim insanları stalkladım. 2011de pik yapmış hepsinin scrobu. şimdilerde az, 2011de havalıymış lassefem

madonna'nın basquiat için yazdığı yazıyı okudum. kalbim ısındı uzun zaman sonra. basquiatla aşıksın düşünsene birbirine ama ikiniz de birbirinizi kıskanıyosunuz profeşınlarınızdan ötürü. offf çok kıç tekmeleyen bi ilişki. basquiatı alınca da yanında warholla haring veriyolar bi taşla kaç kuş offffff


neutral milk hotel........... :? ismi okuyunca son dönem indisi sandım napim vurma tamam klişe oldu artık ama debut albümlerini 1996da çıkarmışlar şaşırttı. dinlemeden bu kadar önyargı yapmam yanlıştı tabi ki bi saattir falan dinliyorum çok tatlı müzikmiş.


15 Eylül 2018 Cumartesi

neşelendirelim blogu bakalım

bu fotoğrafı çekmek için arabayı durdurttum. kaliteli stencil gördüm mü dayanamamam. ince sevgim de ağır bastırdı tabi. yakalım dünyayı.

ankaralı ve kışçı bi insanın palmiye görünce her defasında heyecanlanması ve fotoğraflaması iki yüxlülük müdür?  
sahilde bi çaycıda oturuyorduk. bu velet masaları dolaşıp mayışıyordu insanların ayağının dibine. başka masadan yanıma gelmesini bekledim bir süre sonra o gelmeyince ben onun peşine düştüm, geçtim önüne güzel bir fotoğrafını çekmeye çalıştım, hiç sallamadı beni zerre, sonra o yürüyo ben ilerden koşup önüne geçiyorum tam çekicem yürüyüp geçiyo yanımdan. en son gitti bu masanın altına girdi. lan ne olursa olsun seni çekicem dedim. poz ver, verme. sen bilirsin. girdim ben de masanın altına kötü çıkacak foto diyorum ama hırs yaptım bastım deklanşöre sen mi büyüksün ben mi ey sokak köpei. hiç beklemediğim gibi roll'un en güzel karesi bu oldu. masa örtülerinin rengi ve köpüşün yorgun patileri. ahhhhhhh. kalbim. 
bu da fethiye'de sahil bebesi. ıslak ve kumluydu her sahil insanı gibi. karşımda black pearl ve jack sparrow isimli tur tekneleri vardı korsan gemisi teması yapmışlar başarılı, bi onu çektim bi bu güzeli. yeşilimsi siyah tüyleri, ve çöplerle garip ahengi. seni de seviyorum ey sahil köpei. canım. resting bitch masa altı köpeiyle ortak özellikleri umarsız bi şekilde bakmıyomuşum gibi çek demeleri. 
analog makinem amcamdan kalma. amcam hala hayatta. 50mm lensi. 35mm arıyorum şöyle ucuz ve güzel kaliteli. sıhhiye'deki pasajcı amca açar umarım dükkanı. annesi hasta ona bakıyormuş. bayat deposu ve 10 liraya banyo. bu işe girişmemin nedeniydi nerdeyse orhan amca. umarım dönersin dükkanına :(

iç huzurum kalmadı. bitti ya bitti. tekrar arıyorum içime dönmeye çalışıyorum. ilahiler ve yüce ruhlar konseyi.... neyimiz var ki. içselleştirmemem gereken şeyleri içselleştirdim. kendimi unuttum. bir yansımanın içinde duruyorum yıllardır. kim bu işin aslı? nerede saklı?

3 Ağustos 2018 Cuma

aklımdan kurup yazıya yarım yamalak döktüğüm şeyler

kendimi bir çukura atıyorum ve bu çukurun dibinde bir tane solucan var, bu zamana kadar onun kadar gerçek bir şey görmemiştim.
yaşadığım hayat bana dayatıldı mı? dayatılmış bir hayatı mı yaşıyorum?(çok keskin kelime)
ahhhhhhhhhhhhhhh sevgili ama bi o kadar da artık sevgili olmayan arkadaşım, 8 yıl oldu ve bölümünün sana kazandırdığı çiğ jargonla konuşuyorsun bana, sana göre hep çirkefim....olmasam bile her an çirkefleşebilirim.
öyleyse neden beni seviyorsun daha da önemlisi önemsiyorsun? 
allen ginsberg'ü seviyorum hem de ortada hiçbir sebep yokken. 
howl. kaddish. ve diğer şiirler.
her zaman diğer şiirler vardır  adı geçen kadar önemli olmayan ama işte olan şiirler
böyle şiirler var diğer şiirler
dedemin bir daktilosu vardı
amcama yalvarsam onu alabilirim, 
hala aramadım amcamı aklımda
 sanırım aramaya yüzüm yok, erteliyorum
iyi bir yeğen olamadım 

bana dayatılmış bir hayat vardıysa bile (muhtemelen var) bunu isteyerek yaşıyorum, seçtim artık sevgili olmayan arkadaşım, beni üzmez artık seni sevmiyorum. sen böyle konuştukça ve eleştirdikçe her seferinde bunu sorguluyorum ve diyorum ki sonuçta, ben bu hayatı kabul ettim etmesem karşı çıkıp senin gibi canki olabilirdim. belki afili bir beat kuşağısever olurdum. afili değilim ama beat kuşağıseverim. 
alimlik gibi bi iddiam yok kendi halinde neşeli bir delikanlıyım, ama ben bunu seviyorum yaşadığım hayattan oldukça memnunum. american dream'e ulaşmama nerden baksan 10 yıl var, ailemde sorunlar oldu, halen var, ama biz buna alıştık ve yanımda oldukları sürece her türlü dertlerini çekmeye gönüllüyüm. 
güzel bir mesleğim olacak. diğer şeyler de tıkırında sevdiğim müziği dinleyip sevdiğim şeyleri okuyorum. sevdiğim insanları kendi estetiğimle çiziyorum. kayıyorum arada. mesleğim gerçekten güzel ha övüneceğim bununla. bana ne için yaşadığımı hatırlatacak bir meslek belki de hatırlatacak en önemli şey. geçmişimdeki zorluk geleceğimdeki zorluk şuan yaşadığım zorluk bunlar hiçbir zaman bitmez. her zaman varlar bir parçam olarak, mutluluğun değerini ölçtüren zorluklar, ileriye taşıyan. lan bunu da mı atlattım dedirten. sürekli ayakta tutan. geçici şeyleri sevmem. anlamışsındır belki. neden rasyonelim neden fevriyim, gerçi sen buna çirkefleşmek derdin. 
sen ise, bilmiyorum hayatında bir hedefin var mı, gelişine mi vuruyorsun. farkettim de hep aynı kız tipinden hoşlanıyorsun, hatta sandım ki aynı kişiyle tekrar berabersin. neyse, diyeceğim şuydu aslında, eleştirmeye başladığında duramazsın, beni ne kadar iyi tanıyabilirsin ki, ben seni eleştirmeye başlasam başladığım anda pişman olurum çünkü bu arkadaşlığımızı ciddi derecede zedeler. en azından benim açımdan. senin eleştirleceklerini görmezden gelmeye çalışıyorum. seni sevmek için. dürüst değilim belki ama yalan da söylemiyorum. 

artık sevgili olmayansın, sana sordum ve bundan da pişmanlık duydum. senin adına çoğu şey pişmanlık verici. 

iyiliğimi düşünme. yanlış düşünüyorsun çünkü. 
senin gördüğün kadar değilim ama asla fazlası da değilim. sadece farklı. 
bunları sana yazamam ....eleştiri konusuyla aynı sonuca gelir. özür dilerim dürüstsüzlüğümden. 

6 Haziran 2018 Çarşamba

Sayko ve Delik Rüyalar 7 (Emergency SOS virali)

3 yıldır sayko ve delik rüya yazmamışım. bu süre içinde sadece ses kaydına almıştım rüyalarımı böyle yazmayı özlemişim.
rüyamda max riemelt yani sense8'in wolfgang'i tarafından kaçırılıyordum, neyse bodosloma atlamıyim.
muhtemelen yeni tanıştığım bu sarı bebe maxle eski steyşın bi arabada ilk süt almaya markete sonra benzin istasyonuna gitmemiz gerekiyor. asla birbirimizin suratına bakmıyoruz o bişey gizliyo gibi benim bakmama nedenimse ondan nefret ediyo oluşum içimden sürekli neden burdayım bitse gitse diyorum. neden süt ve benzin almamız gerektiğini bilmiyorum. neyse gidiyoruz büfe gibi bi yere galonla süt alıyoruz. biniyoruz tekrar, içimden hep ya bu bebe beni başka yere götürürse diye şüpheleniyorum ama bir şey dememeye devam ediyorum. kulağımda kulaklık var ama müzik yok, elimde tutuyorum telefonu. izbe bir yere geliyoruz böyle küçük kirli bi mahalle. işkilleniyorum. inince nereye getirdin lan beni burası benzin istasyonu değil di mi diyorum. ben bunu der demez tehlikeyi anladığımı çakıyo ve kaçmiyim diye beni kulaklığımdan tutup çekiyo. arabanın kapısına bağlamaya çalışıyo olmayacağını anlayınca kulaklıktan çekip kollarımı yakalamaya çalışıyo kulaklık da ne sağlamsa çıkmıyo hiç he.. ben de boş durmayıp üzerine tırmanıyorum kulaklığı halat gibi kullanıp ayaklarımla suratına falan tepik atmaya çalışıyorum. bu arada telefon hala elimde içimden diyorum lan bebe niye hala almadı elimden telefonu demek ki kurtulmam için bi ümit var. bilgisayar simulasyonundaymışım gibi hissediyorum zaten bu aralarda rüya gördüğümü de anladım gerçek hayatta. neyse bi yandan cebelleşip bi yandan 155i arıyorum. meşgule atıyo 155.......... no comment allah sizi bildiği gibi yapsın diye küfrediyorum içimden. bu arada max bi apartmana sokmaya çalışıyo beni ama öyle bi manzara var ki apartmanın önünde iskemle atıp çay içen bi dede var böyle mal mal bizi izliyo YARDIM EDİİİNNNNN diye bağırıyorum arkamızdan bi adam geçiyo o da vurmaya başlıyo kafama filan al sana müstehak o****u diyo... haydaaa. anlıyorum ki bunlar hepsi birbirini kollayan organize bi mahalle. her gün kaç kızı atıyolar acaba böyle. neyse... 155 açmayınca bu sefer iphoneun mükemmel servisi emergency SOS'u* kullanmak geliyo aklıma. açma kapama düğmesine 3 kere basıyorum peşpeşe olmuyo.... lan bi daha basıyorum olmuyo meğer 5 kere peşpeşe basmak gerekiyomuş... işte bu aralarda uyandım ama gözümü açmıyorum ki rüya bitmesin bakalım kurtulabilicem mi ve gerçekten de çok test etmek istiyorum o emergency call'u. fakat uyandım malesef. buz kesti vücudumu. çok korktum. max riemelt'in başrolde olduğu berlin syndrome filminin muadili bi rüyaydı. o filmi izlerken de çok küfretmiştim max'e...


*bu arada uyanıp ablama rüyayı anlatırken hadi deneyelim şu emergency SOS'u dedik. medical ID'ine eklediğin emergency numaraları kullanılıyo haber vermek için. 5 kere peşpeşe açma kapama düğmesine basınca 3 saniye içinde 1122yi arıyo. istemezsen ya da işin bitince 10 saniye içinde acil durum numaralarına aynı anda hediye tehlikede sizi acil numaraya eklediği için bu mesajı aldın bu da konumu diyip o anki konumunu mapsten yolluyor.
ben konumu nasıl yollayacak konum servislerim internetim açık olması gerekiyo mu önceden diye düşünmüştüm öyle değilmiş. kendi o anda nolursa olsun açıp konumu yolluyor.

28 Mayıs 2018 Pazartesi

"anıtsayaçta bu kadar kadın ismi yeter yeter artık, yeter çıkalım zıvanadan."

Zıvanalı geçme tekniği nedir Aslı bilir misin?
Bak öğren bunu.
Çünkü bu şiir birbirine geçmiyor.
Acıyor, soğuyor, acıyor, soğuyor, acıyor, soğuyor.
Bitişmiyor. 
Birinin acısı öbürüne geçmiyor.
Bütün kadınlara bundan böyle başka türlü “ateşli” olmayı“şiddetle” öneriyorum Aslı
Çıkıp iki oda bir salondan
Ateşli silahlar elimizde, Uma’nın kılıcı belimizde,
Savunma ve dövüş sanatlarında ustalıklı.
anitsayac’ta bu kadar kadın ismi yeter,
Yeter artık, yeter çıkalım zıvanadan.

söyledin mi artık/oldu çünkü

düşünmem gereken fazla bir şey yok. düşünsem de olur düşünmesem de.............dzzztt...........................çok bir şey yapmak istemem. yapmam gereken ve yapmamam gereken şeyler var bu kadar basit he.
beni kendim gibi kırabilen olmadı bu zamana kadar bundan sonra da olmaz. o şaibeler. bu şarkı* çok kötü. asla dinlemem demiştim bunu aşerdim. iş aş hür.
çok az anımız vardı bu bile üzmüyor artık beni. farketmeden senle birlikte aldığımız halkayı takıyorum en çok. farkındayım sen de ezberledin o ilk baharı. ikinci gelişindeki baharı. üçüncüsü bahar bile değildi yine de geldin. sen konuştun gözümün içine bakarak o sefer utanmıyordun gözünü kaçırmıyordun. ellerinin kıvrımı benim ellerime "perfectly perfect" uygundu o sefer ama denemedik bile. güller kurudu elimdeyken daha yeni koparmıştım.

otobüste sarsıldım. kolumdan tuttun. bu yetmez ki. bu hiçbir şeyi açıklamaz ki.
semaver. sen anlarsın beni. (bu arada sen boa kızı more like boa yılanı, sen anlarsın beni dediğimde sana dememiştim, bu blogu okuyan herhangi herkese demiştim. sen üzerine alınıp mevlana yaptın kendini beni de şems yalandan ayıp olmasın diye. artık hiçbir şeyine saygım yok. sonsuza kadar kaybedildin. istenmedin.)
bu mu sana yeten gerçekten. basit edebiyat malzemeleri. ben onun edebiyatını da yaptım kaç kere. merak etme. sen yeni bulduğunu sandın bu edebiyatı. ben ezberlemiştim.

takıntılıyız ikimiz de. birbirimize ve en çok kendimize. zaten bir tarafından takılsa diğeri sallanır ve kopar ona takıntı denmez takılıvermiş                                                denir.
bazı insanlar çok basit yaşıyor. güven ve mutluluk, kıskanırım öyle olunca.

yapmam gerekenleri yapacağım sen de sadece izleyeceksin beni. bundan sonra yerin orda; o rahatsız plastik yazlık sandalyesinde. beyazsın ama tozlanmış gitmeyen çizilmiş bejler var üzerinde. ben çizdim onları ordan oraya taşırken seni.

*bu şarkıyı gerçekten hiç sevmiyorum. dilime dolanması için sesli bir şekilde bir kere de olsa söylemem lazımdı. hiç söylemedim ama dilime dolandı. 
senin gibi gitmek bilmiyor o da. 

25 Mayıs 2018 Cuma

HER, HANGİMİZ?

BİRAZ SAYGISI OLAN BİRAZ NEFRETLE YAKLAŞMAYAN HERKESE SONSUZ AÇIKBİR KAPIM VAR. KENDİNİZİ VE BENİ VE FİKİRLERİNİZİN YAŞAM BİÇİMİNİZİN TERS DÜŞTÜĞÜ HERKESİ YORMAYIN. HERKES MUTLU OLSUN YA TEK İSTEĞİM BU.
HERHANGİ FİKRİN RADİKAL BİR ŞEKİLDE SAVUNULMASI HEP AYNI SONLA BİTİYOR
KAVGA NEFRET GÜRÜLTÜ ÇATIŞMA ADAM ÖLDÜRME SUÇ İŞLEME CİNAYET İDAM HOLOKOST.
HER ŞEY AYNI SONDA

11 Mayıs 2018 Cuma

*başa döner tekrar*

gözümü kapattığımda önüme gelen yüzleri düşünüyorum
çok fazla çok az
bunu bize sen öğretmedin
içi boş, kendinle dolduramadığın öğretilerinden öğrenmedik birbirimizi kollamayı
zor durumda kaldığımızda
karşılaştığımız ikiyüzlülerden korunurken öğrendik
birbirimize sarılıp
kulaklarımıza bizden başka kimsemiz yok diye fısıldadık
bu yüzden çok az yüz var gözümü kapattığımda
ama senin yüzün
senin yüzün üçbeş milyon parçaya bölünüyor gözümü kapattığımda
hani baş parmaklarınla gözlerine bastırırsın
karanlığın içinde birden hipnoz dalgaları belirir
beyaz, sonra mora doğru giden bi spektrum
girdaplı bi şekilde döner

onun gibi üçbeş milyon parça 
güven vermek bi insana en önemli şeydir
dedin daha bugün dedin
sen bana artık güven vermiyorsun
artık senin yanında bana bi şey olmaz diyemiyorum
çünkü tam da senin yanında oluyor her şey
sen görmeden
senin dibinde bitiyor
zehirli ot
zehirli ok
her şeyin dibi
hiçbir şeyin şarkısı

18 Nisan 2018 Çarşamba

murphy's law-diğer şanssız şeyler ve recently what ive been doing

ulan hayatımdaki boşluk blog yazmamakmış resmen tam şu dk anladım ve giriştimmmm
selamlar canım üçbeş kişilik dev kitlem, nasulsunuz inşallah hiç sormazdım di mi baya kibarlaşmışım görmeyeli///////////bloga yazmadığım süre zarfında çok heyecanlı şeyler falan yaşamadım ama bi şeyler yaşadık allaha şükür ex olmadık daha. 
aşkımspor kuruldu mesela bundan haberin yoktur. yine 3 kişilik dev bi kadro bazen artı birler oluyo ama kemik takım değişmez
üçbeş kere crush değiştirdim ee aynı kraşla nereye kadar değil mi
sınavlara giriyorum finaller geldi çattı nasıl yetişçek bilmem ama vizelerim iyi yani not olarak anlarsın ya

geçen çok can sıkıcı bir şey yaşadım murphy's law'un allah belasını vere, anahtarım yoktu kapıda kaldım çok fena çişim geldi komşu kapıyı açmadı. kapının yanında duran bisikleti aldım ön tekerleği sönmüştü yine de süre süre bize en yakın benzinciye gittim hava bastım çiş yaptım dönerken yokuş rampa oldu bacaklarım baya zorlandı ama bu kadar negatif şeyin içinde iyi bir yön keşfettim bayadır bisiklet sürmemişim ve sürmeyi özlemişim bahaneyle bayadır sönük olması muhtemel tekerlekleri de şişirdim. sürerim artık zaten havalar çok ısındı güzel bisikletlik hava, ve araba işi yatıyo şuan... idk when i get one allah bilir tabi ki


humm başkaaaaa genel kurula gitcem 3 mayısta hands up for that. antalyaya bi kere gittim iki olcak ikisi de turkmsic sayesinde teşekkürler her şey için

ortaokul arkadaşlarımla buluştum. bunu okurlarsa lütfen no offense canlarım ama ben arkadaş olduğumuzu bile çok farkında değildim. 6 yıl boyunca hiç görüşmedik ve kimse ses çıkarmadı bu duruma. sonra bi an esti kafamıza falan rusya fatihi necibim toplaştırdı bizi sağolsun daha çok görüşürüz umarım artık >.<

film yaptık doktorlar günü için. önce zarar görme ismi. sağlıkta şiddete farkındalık bebeğim. çektim kestim biçtim şekil şukur yaptım servis ettim. güzeldi 1.5k izlendik ama güzel işler her zaman underrated kalır bilirsin.

kolaj yapmaya ve bir şeyler çiziktirmeye ağırlık verdim yeni defter dolduruyorum 3-4 aydır falan sanırım. ii gidiyo hala klasik bi hedo hareketi olarak çizdiklerimi yaptıklarımı beğenmiyorum ama başka insanlar beğendiği suretçe saklıyorum atıp yıkmıyorum. hehe. pişmanım çöpe atılan her hedo çiziğine. giden gittti napalım


daha çok türkçe rap dinlemeye başladım. 2008den bu yana pik yaptığı bi dönemdeyiz. eskiden nefret ettiğim ve önyargıyla yaklaştığım bebeleri ve abileri bile dinliyorum. all tiem fave sago olsa da şu sıralar en kalender abimiz yener baba!!!!!!!!!!!!!!!!! ee ne demiş üstad müslümden bir bilebilsen azerden ille de sen ille de sen!!!!!!!! kraşa söylemelik şekil laf sokmalar söylüyo raplerinde. seviyom he.

çizgi roman okumaya başladım ya da daha çok okuyorum diyelim. lilith'e başladım. güzel kitap kadın kahramanlı olsun diye ağladım tunalıdaki sahaf abime. o da savaşlı süperkahramanlı kalender bu kitabı önerdi. sağolsun gerçi diğer aldıklarımı dolar üzerinden hesaplayıp biraz kazuk attı bana ama olsun küçük esnafa canımız feda. persepolisin de animasyonunu izlemiştim çizgisini okuyorum şuan chilllife canım üzgün ama umutlu devrimci marji'm. 



öyle yani mevzu bahis işler güçler itlik serserilik bunlar son zamanlarda.





15 Mart 2018 Perşembe

göbek bağı

ey gönlüme benden habersiz dikilen sevgi çiçeği, ey aynı kordonun uzantısı olduğumuz göbek deliği, ey pırlanta gülüşlü minik kızım, senden özür dilerim senden milyonlarca kez özür dilerim.

yanında olmam gereken zamanlarda olmadığım için, koruma içgüdümle her hareketini kontrol ettiğim ve seni incittiğim için özür dilerim.

elimde olsa mahallemizde her gün açan çiçek sayısı kadar senden özür dilerdim.
istediğin kadar ve istediğin sürece senden özür dileyeyim yeter ki benim özürümle içine düştüğün bu bunalımdan çıkabilesin. her şeyi yoluna koyabilesin.

ben senden milyonlarca özür dilerim, yeter ki yüzüne yerleşecek gülümsemenin sonsuza kadar sabitleneceğini bileyim.
seni düştüğün karanlık çukurdan kurtarayım. seni sarayım saklayayım.
elini attığın ve atacağın her işi başaracağına seni cesaretlendireyim.....
ama sen bana izin vermiyorsun. bizden gidiyorsun. gittikçe uzaklaşıp kafanda yarattığın dünyaya çoban oluyorsun. düşüncelerini güdüp büyütüyorsun. o düşüncelerin hepsi zehir, hepsi seni öldürür.

on gün önce 18 yaşına girdin. her şeyin başladığı ve her şeyin bittiği yaş. sen diyorsun ki ben bunu yaşamak istemiyorum. ben bunu yapamayacağım.
sen kalbimi söküp tekrar yerine koymayan laflar ediyorsun.
seni göstermediğim kadar seviyorum üzdüğüm kadar düşünüyorum.
sen benim minik yavrumsun gözümden sakındığım kirpiğimsin. keşke bunları bilsen, bilmek de yetmiyor hatta keşke bunlara inansan.
inandıracak hareketler etmiyorum belki. sen kedisin ben köpeğim. didişip dururuz başka işimiz yok gibi. ben bi laf ederim sen alınırsın. sen bana küsersin gelir seni öperim bi kaç saat sonra, beni affetmiş gibi yaparsın, o anı geçiştirirsin bilirim sen aslında bana kırgınlıklar silsilesi biriktirirsin.

dışardan kimseyi hayatına öyle kolay kolay almazsın. sevmezsin çoğu insanı, kendin için mükemmel insanı ararsın. dost, sevgili, hatta abla... işte bu koyan bana. seni bu kadar düşünen kalbine sığdıracak yer bulamayan ablalarına bile kendini açmazsın.
bizimle konuşmazsın. bunun için annem bizi suçlar hep. ona yakın davranmadınız diye. sorun tam olarak ne zaman nerde başladı bilmiyorum ama ben bu suçlamayı duyup bu durumu farkettiğim günden beri hem pişmanlık hem geç kalmışlık hissiyle doluyum. belki seninle gerçekten uyuşmuyoruz anlaşamıyoruz ama bu his bu suçlama kafamı alıp duvarlara vuruyor. diyorum biz mi hata yaptık bu kadar severken seni, sevgimizi mi belli etmedik yanına mı gelmedik, seninle ilgilenmedik mi, cevabın aleyhimizde olmasından ödüm kopuyor ve belki de tekrar seni sorumlu tutuyorum bu konuda. yapmamalıyım. cevabı bilinmese de bu sorunun, seni her şeyden çok seviyorum.



1 Mart 2018 Perşembe

yatarak (gerçek anlam) araştırılma yapılmaz

this is a live stream blog my friends şu anki araştırma konularımı ve birkaç highlightı ve yorumu ve daha fazla ve yok yazacağım.

  • ilk ayağımız punjabies: The Punjabis (Punjabiپنجابی, ਪੰਜਾਬੀ), or Punjabi people, are an ethnic group associated with the Punjab region, who speak Punjabi, a language from the Indo-Aryan language family.[14] The name Punjab literally means the land of five waters in Persian: panj ("five") āb ("waters").


...ve araştırma burda biter çünkü bildiğin düz etnik grupmuş (tek can alıcı kısmı pakistanda 110 milyon nüfusu olması?) ben bir punk akımı falan sanmıştım. nextttt plssss


  • bu aralar hayalet uzuvlara taktım. beyindeki hayaletler - v.s. ramachandran kitabını okumaya başlamamla nörolog olma ve bu konuda tez yazma (adam çoğu şeyi açıklamış ve çözmüş gerçi ama illaki soru işaretleri var) fikri oluşmaya başladı kafamda. doktor olunca her türlü insana, insanlığa yardım edeceksin zaten ama benim olmam gereken yer saha değil gibi hissetmeye başladım. merak duygumu 19 yıldır hiç baskılamadım ve hep peşinden gittim bu tür kitaplar okumaya yeni yeni aşina olsam da içimden bi ses GO FOR IT (içimdeki sesin ingilizce konuşmasına hiç girmeyelim) diyor. kitabın önsözünde dr. ramachandran'ın beni çok etkileyen bir şey yazmış "günümüzde (genel olarak çoğu konuda keşfedilecek şeyler çoktan keşfedildiği için) tıp öğrencileri eskiden bilim yapmak kolaydı, şu an bilime katkı sağlayacak deney ve buluşların pahalı ve ileri teknoloji araç gereçlerle yapılacağını düşünüyor, saçmalık! şimdi bile şaşırtıcı deneyler tam burnunuzun dibinden sürekli size bakıyor. zorluk bunu farketmekte." o kadar haklı ki bu lafını kitabın ilerleyen bölümlerinde kanıtlıyor, hayalet kolu olan bir hastanın gözlerini kapatıp yanağına bir pamuk değdiriyor ve bu duyuyu neresinde hissettiğini soruyor, hasta hem yanağında hem de hayalet elinin baş parmağında hissettiğini söylüyor ve yüzünün her noktasına değdirdikten sonra hastanın el ve yüz duyularının yerini gösterdiği bir haritasını çiziyor. yani bu deneyi ve sonucu sadece bir pamuk parçası yardımıyla yapıyor. gel de etkilenme saygı duyma. bi gün buna benzer bir iş yaparsam dr. ramachandran'ı mail atıp minnet yemeğine çağıracağım.




hayatımdaki eğlenceli ve kötü olmayan şeyler

çöp kutumda çorap ve yenmiş çikolata ambalajları var. oysa iki aydır çikolata yemiyordum ama çöpüme bakan biri sanki sürekli çikolata yiyorum sanar. çorap en sevdiğim eski çorabım yıllardır giyiyorum babam almıştı ucu yırtılıp topuğu incelene kadar giydim. geçen gün utandım okulda o yüzden ona veda etmek zorunda kaldım. boş su şişeleri var buruşturulmuş baya var hatta onlardan ama babam gelip topluyor arada çünkü geridönüşüm ayırmak hayatta en sevdiği şeylerden biri nereye gittiğini kapıcımızın ayrı atıp atmadığını bilmese de. kapıcı azericede kaleci demek. sümük de kemik demek sümüklü böcek kemikli böcektir belki de? ya da patocu bizi kandırmıştır. muhtemelen ikincisi. annemin en sevdiği şarkılardan biri de muhtemel aşktır bu arada bahsi geçmişken söyleyeyim. annemin en sevdiği kızı ise ben değilim. 

kafamda ne var ne yok bilmiyorum zaten bilmek de istemiyorum şu aralar. unutmak mı hatırlamak mı zor yoksa kendine hatırlatmaya çalışmak mı en aptalcası//patocu unutmanın zor olduğunu söyledi ve meydan okudu bize “hadi yiyosa bağcık bağlamayı unutun evinizin adresini unutun tam şuan hadi”
 unutamadık tabi ki.

unutmamak ve belleğimi sürekli dinç tutmak için kendime hatırlatıyorum hep hiç hatırlatmamam gereken şeyleri. çirkin şeyleri. hedo never forgets dedim günün birinde şimdi ondan geri dönmemek için yediğim tüm kazıkları ve çektiğim karın ağrılarını hatırlatıyorum kendime sadece böyle bi manyak olduğumu hatırlamam bile yıllar sonra baktığımda kırıcı bir şey olacak. çocuk kalbimin nelere şahit olduğunu hatırlamak için yazıyorum bu bloga demiştim belki hatırlarsın çoook eskiden.

mikrobiyoloji çalışmam lazım bunu biliyorum ama neden yapmıyorum dersin en sevdiğim ders mikrop olmasına rağmen. çünkü leş gibi tembelim. sen de öylesin hepimiz de
parazitleri sevmem ama bakteriler canımdır. virüsleri merak ederim mantarların o kadar bi meselesi yokmuş ama aydın hoca 1980lerde yaşasam crush top1 olurdu. off çok seviyorum japon gözlü canım hocamı. slaytların arasındaki konuları ayırmak için (örneğin küften mayaya geçerken) kendisinin tıp fakültesindeki fotoğraflarını koymuş diğer mikropçularla olan fotoğrafları da var onları da tanıdığımız için magazin yapıyoruz sınıfta. canım aydın hocam

unutmak istiyorum bazı şeyleri.
bazı şeyler hiç bitmesin istiyorum
bazı şeyler asla yaşanmasın

kalbimiz güzel atsın aynı ritminde
61 dakikada
12ye 7 tansiyonum
ben dümdüz bir insanım fizyolojik
taşikardi kaldırmaz bünyem
beni taşı uzaklara bırakma ortada
kendime yeterim ama sen olursan da birbirimize yeteriz

yeter işte güxeliz

17 Şubat 2018 Cumartesi

/////////evil s i yes to find a shore

yaklaşık bir ay önce ölümden daha hafif olan ama asla kabullenemeyeceğimiz bir şey öğrendik. günlerce göze uyku girmedi. korktuk hatta koyun koyuna yattık. yerimizden kıpırdayamadık ve sürekli ağlayıp yakardık. sonra işte o yaklaşık bir ay geçti aradan. silindi, her şey her küçük korku zerresi ve diğer duygularımız, her şey silindi. şuan kabullenmiş ve alışmış durumdayız. yıllardır içten içe tahmin ettiğimiz ama asla konduramadığımız şey gerçekmiş, gerçekten gerçekleşmiş. biz bunu öğrenmişiz bir yandan çok kızmışız bir yandan içimize su serpilmiş. artık biliyoruz. artık buna karşı duracak bir veri var elimizde. yıllarca kandırıldık ama artık yıllarca bununla savaşacağız. belki bir şey değişmeyecek ama elimizde çok boktan çok zavallı bir teselli var en azından. hiç. yoktan. iyidir.


"I'm a curse and I'm a sound
When I open up my mouth
There's a reason I don't win
I don't know how to begin"

3 Şubat 2018 Cumartesi

en büyük suçu işleyip teslim olmadım

sana bir keresinde sen güzel olan her şeyin teminatıydın demiştim, ya da yüzüne söylemeye çekinip kendime sakladım bu sözü bilemiyorum. içimden geçen buydu eninde sonunda. o kadar pişmanım ki sen yaşayan en alçak insansın. her defasında daha çok daha çok 
daha daha daha daha alçalıyorsun.
bunu söyleyebilirim çünkü benim küçük sistemimde birine ne kadar aşıksan ondan o denli nefret edersin. çünkü aşık olmak başlı başına bir uçurumdur buna teslim olmak seni öldürür, nefret etmezsen sen ölüsündür artık onun ellerine kendi kalbini koymuşsundur. bu yetmez her nefesin onun yaşamasına anlam katmak içindir mahvolursun o gününü daha güzel geçirsin diye. sen yokolursun ki senin yokluğun onu doğursun. falan filan. hal böyleyken benim bunu bir şekilde dengelemem gerekir işte orda sana duyduğum zavallı aşka karşılık sonsuz nefret boy gösterir. sen bu hikayenin romeosu değilsin majnun'u hiç değilsin. sende o yürek yok sende o sevgi asla olamaz. 
sana asla inanmadım ama seni tanımaktan kendimi alamadım. nasıl mı, her defasında seni çağırıp hadi birlikte izleyelim bu sefer bu güzelliği nasıl bozacak diye bekledim. hayır ben felaket tellalı değildim. senin felaket olduğunu anlamak için tellak olmayı bırak iki gözün bir beynin olması fazlaydı bile. sen elinin dokunduğu her şeyi soldurdun. ben yaşatmaya çalışırken sen benim nefesimdeki  buğuyu fazla gördün. suyum kalmadı ve sonunda ben de soldum.